default-logo

Yaşama Sanatı

Yaşamak bir sanattır aslında. Yapabilene… Ayrı ayrı pencerelerden bakınca o kadar çok ortak yönleri var ki…

Noktayla başladı hayatımız. Boş bir tuval üzerine konan bir nokta gibi… Bazen birileri doldurdu bu tuvali biz seyirci kaldık. Bazen de sorumluluk aldık, iyisiyle kötüsüyle kendimiz doldurduk.

Nokta kadar bile değildik var olmaya başladığımızda, küçücüktük… Görünmüyorduk… Biraz büyüdük önce, çoğalttık kendimizi daha sonra… Yan yana noktalar ekledik yönümüzü bilmeden… Öylesine çoğaldık, etrafa dağıldık. Olmadı… Olamadı… Bir düzende dizilmeliydik. Bunun yolunu aradık. Ne yapabilirdik? Nasıl bir araya gelebilirdik? Çizgiler oluşturduk çeşitli yönlere… Değişik kalınlıklarda değişik uzunluklarda…  Bir de baktık ki çizgiler oluşturalım derken farklı farklı şekiller oluşturmuşuz. Bazen bir daire olmuşuz, bazen bir kare, bazen de üçgen… Eğriler… Dik Çizgiler… Farklı yönlerde nereye gideceğimizi bilemeden… Bazen tuvalden taşmışız, bazen içeride kalmışız. Bazen o kadar yoğun bir araya gelmişiz ki büyüklü küçüklü lekeler olmuşuz. Siyah ve beyazın farklı tonları gibi… Bazen gece gibi simsiyah… Bazen gündüz gibi bembeyaz… Aralarda da griler… Hayatımız gibi… Güzellikler, çirkinlikler, mutluluklar ve mutsuzluklar gibi… Siyah olmadan beyaz, beyaz olmadan siyahın fark edilemeyeceği gibi, çirkinlikler olmadan güzelliklerin, mutsuzluklar olmadan mutlulukların anlaşılamayacağı gibi…”Her şey zıddıyla kâimdir” derler ya onun gibi her şeyin zıddı var. Biri olmadan diğerini fark edemiyoruz ya da kıymetini bilmiyoruz. Zıtlıklar monotonluktan da kurtarıyor hayatı. Düşünsenize, her zaman tatilde olsak nasıl olurdu? Hiç güzel olmazdı bence. Çalışmanın arasındaki tatillerin tadını alamaz, bir süre sonra sıkılırdık. Her zaman çalışmak da güzel olmazdı arada molalara, tatillere de ihtiyaç olurdu.

Siyahlar, beyazlar, griler… Derken daha sonra renkler girdi hayatımıza. Bazen tek rengin tonları olduk. Bazen farklı renklerle bir araya geldik. Biz farklı renklerle bir araya geldikçe etkimiz ya arttı ya da azaldı. Bizim etkimizi belirleyen diğer renklerin varlığı oldu. Tıpkı toplumda bizim etkimizi belirleyen şeyin diğer insanlar olması gibi… Baktık ki bazı renklerle yan yana var olamıyor kendimizi gösteremiyoruz. O zaman rengimizin yerini, yoğunluğunu ve şiddetini değiştirdik. İnsan olarak var olma arayışlarımız gibi…

Renk olarak katman katman olduk. Üst katmanların arasından eski renkler de göründü. Bizi biz yapan ögelerin alt katmanlarıyla oluşması gibi… Üst katmanın altındaki bir sürü rengin varlığı, bu görüntümüzün altında iyisiyle kötüsüyle her bir anımızın varlığını gösterir bize. Her bir çizginin ayrı anlamı vardır, bunu okuyabilene…

Bazen düz bir zemin oluşturduk, bazen üst üste katmanlar olup doku oluşturduk. Tuvalin bir yerinde doku fazla olurken bazı yerinde de boşluğa ihtiyaç oldu. Tuvalin hava alması gerekti. Hayatımızda çalışmaya ve dinlenmeye ihtiyaç olduğu gibi…

Tabi bir de ritm gerekti tabi ki… Bazı şeyler bir düzen içinde tekrarladı.  Bazı yerde yavaşladı bazı yerde hızlandı. Nasıl ki müzikte bazı sesler çok alçaktır bazı sesler de çok yüksek… Hayatımızda da böyledir. Bazen çok dinginizdir, kıpırtısız bir deniz oluveririz bazen de kocaman dalgalarımızla tsunamiler ortaya çıkartır, ortalığı yakıp yıkıveririz birden.

Bütün bu olanlar için de dengeye ihtiyaç var. Dengeyi kaybettiniz mi, tuvaliniz de berbat olur, şarkınız da hayatınız da… Sanat eserinde dengeye ihtiyaç olduğu gibi hayatımızda da dengeye ihtiyaç var. Hiçbir şeyin aşırısı doğru değil. Hayatımız için en önemli ihtiyacımız olan suyu bile aşırı aldığımızda ölüme sebep olabiliyor. En sevdiğimiz tatlıyı ve çikolatayı biraz fazla kaçırdık mı, tatlının da çikolatanın da tadı kaçıyor. Onun için her şeyi dengede tutmak lazım. “Azı karar çoğu zarar”

Nokta, çizgi, leke, doku, yön, kontrast (zıtlık), espas (boşluk), ritm ve denge gibi ögeleri yan yana koyup denemeler yaparken bir de baktık ki tuvalimiz doluvermiş. Bize verilen sınırlı alanı iyisiyle kötüsüyle dolduruvermişiz. Resmimiz bitmiş. Zamanımızı doldurmuşuz. Veda zamanı gelmiş, çatmış.

Bazen diğer insanlar beğenmiş bizi, değer verip duvarlarına asmışlar, bazen de beğenmeyip bir kenara koymuşlar ya da fark edilmemişiz. Kendimizi kendimiz gibi ortaya koyduysak özgün olmuşuz; sanat eseri olma yolunda doğru yolda ilerlemişiz, değer kazanmışız, ama kim ne derse ona göre çizgimizi, rengimizi ve yerimizi belirlediysek karma karışık bir şey olmuş, anlaşılamamışız. Sonunda bir kenara atılıvermişiz. Hatırlayan da olmamış daha sonra.

Yaptığımız sanat eserini bitirdiğimizde beğenmediysek bir kenara atabiliriz ya da aynı tuvale farklı resimler yapabiliriz ama hayat öyle değil ki. Ne kaldırıp bir kenara atabiliriz ne de yeniden başlayabiliriz. Hayatın ne eskizi var, ne provası ne de tekrarı… Bu sefer olmazsa başka sefer diyemiyoruz maalesef.  O zaman ne yapalım? Bize boş bir tuval gibi sunulan hayatı en güzel şekilde doldurmaya çalışalım. Bir sanat eserini oluştururken nasıl ki bir çok şeyi gözeterek denge kurmaya çalışıyorsak, kendi hayatımız için bundan daha fazlasını yapmaya değmez mi? Bugüne kadar yaptıklarımız ve başımıza gelenler için kimi sorumlu tutarsak tutalım bugünden sonra kendi hayatımızın sorumluluğunu almaya değmez mi? Hayat denen bu tuval bizim tuvalimiz; bu tuvali de biz doldurmalı başkalarının doldurmasına izin vermemeliyiz. Yaşamamızın geri kalan kısmında, sorumluluk alıp kendi tuvalimizi kendimiz dolduralım ve kendi hayatımıza seyirci kalmayalım lütfen!

Her birimizin hayat denen boş tuvali doldururken bir sanat eseri titizliğiyle özgün bir şekilde doldurabilmesi dileğiyle…

Gülpembe Yakın

Leave a Reply

*

captcha *